Ermeni Açılımı: Bir İnceleme ve İrdeleme (1)
Son aylarda en popular kelime, “açılım” kelimesidir. Neyin ve nasıl açılımı yapılacağı bilinmeden, söylenmeden sloganımsı bir ifade ortaya atılmış, ilgili-ilgisiz, bilen-bilmeyen, anlayan-anlamayan fikir beyan ediyor. Ülkemin genel atmosferi siyasi ve sosyal çorbaya dönmüş durumda...
Bir taraftan “demokratik açılım” diye isim değiştiren “Kürt açılımı”, diğer taraftan organize edilen ve çeşitli kamuflajlarla Türk milletine sunulan “Ermeni açılımı” söylemleri, politik arenada tartışılmaktadır. Bu yazımızda, ”Ermeni açılımı” üzerinde durarak konuyu çeşitli boyutlarıyla irdelemeye çalışalım.
Basına yansıyan haberlerden anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye ile Ermenistan arasında, paraf edilmiş bir protokol ile diplomatik ilişkilerin kurulması ve temsilciliklerin açılması kararlaştırılmış.
Aylardan beri söz konusu protokolün oluşturulması için diplomatik çalışmalar-görüşmeler İsviçre'nin arabuluculuğunda sürdürülmekteydi. Bu görüşmelerin ”taraf” olan İsviçre’de yapılması ise (Ermeni iddiası olan ”soykırım” tasarısını parlamentosunda kabul eden bir ülkelerden biri...) anlaşılır değil ya, haydi geçelim onu...
Tüm bu çalışmaların sonucunda Türkiye-Ermenistan arasında bir protokol paraf edildi. Protokol belli bir süre sonra da (paraftan itibaren yaklaşık 6 hafta sonra) karşılıklı imzalanması öngörülmektedir.
Protokolün başlığı şöyle: "Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasında Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına Dair Protokol."
Protokol, içeriği bağlamında, üç ana konuyu öne çıkarmaktadır;
1- iki ülke arasındaki mevcut sınırın karşılıklı olarak tanınmak. İki ülke bu protokolle ayrıca, aradaki mevcut sınırı uluslararası hukukun ilgili antlaşmalarında tarif edildiği şekliyle karşılıklı olarak tanımakta, ortak sınırın açılmasını kararlaştırmaktadır.
2- ikili ve uluslararası ilişkilerde, "eşitlik, egemenlik, diğer ülkelerin iç işlerine müdahale etmeme, toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı" ilkelerine saygılı olmak.
3-Türkiye ve Ermenistan, terörizmin tüm biçimlerine karşı olmak. Bunun için de her türlü terörü, şiddeti ve aşırıcılığı kınamayı, bu tür eylemlerin teşvikinden veya müsamaha görmesinden kaçınmayı ve teröre karşı mücadelede işbirliğine gitmeyi taahhüt etmektedir.
Bu söylemlere çok farklı kulplar takmak veya yeni söylemler eklemek gerekmeyecek kadar açık görünüyor.
Bu ana tespitlerden sonra biraz detaylara inelim ve hemen ilk akla gelen soruyu soralım; protokolde neler var?
Protokol detaylı olarak incelendiğinde, son derece ustaca hazırlanmış ve karşılıklı ”diplomatik gollerin” atılma gayreti gösterildiğini hemen sezersiniz.
1- Ermenistan için son derece önemli olan ”sınırların açılması” konusu temel hedef olarak seçilmiş.
Anlaşıldığı kadarıyla protokolün yürürlüğe girmesiyle başlayan bir süre var. Bu süre de yaklaşık 4 haftayı kapsıyor. Protokolün parafından 4 hafta sonra sınırlar açılacak diye taahhütte bulunulmuş.
Bu maddenin Türkiye yararına bir çıkışı ya da avantajı var mı sorusuna, verilecek olumlu bir cevap bulamıyorum. İki buçuk milyonluk Ermenistan’ın neyinden yararlanılabilir ki? Fukara bir ülke zaten… Mal satarım derseniz, parası yok, işsizlerimizi yollayalım derseniz, zaten orada işsiz çok. Özetle ekonomik bir yararın olacağını sanmıyorum. Az miktarda sınır ticareti olabilir belki, o kadar...
Sınırların açılması diplomatik bir yarar sağlayabilir, sertlik söylemler aza inebilir mi?
Ermenistan için milli ideoloji niteliğindeki ”peşin hükümler, suçlamalar” yontulabilir mi?
Son derece şüpheli, mucize kabilinde belki!
2- Türkiye ile Ermenistan arasında dışişleri bakanlığını temsilden bir “çalışma grubu” kurulması öngörülmüştür. Bunun da sınırlı süresi vardır. Protokolün yürürlüğe girmesinden 2 ay sonra bu çalışma grubunun kurulma şartı vardır.
Bu madde Türkiye’ye ne yarar sağlar, diye sorulacak olursa, bana göre ”hiçbir şey”, diplomasiye göre, meşhur deyişiyle bazı ”monşerlere” göre ise, belki ”çok şey”!?
3-Hükümetler arası komisyonun ve alt komisyonların kurulması. Bu şartın yerine gelebilmesi için de önce alt komisyonların çalışacağı şartların oluşturulması gerekiyor. Bu komisyonların temel statüleri, yetki sınırları ve katılımcıların nitelikleri belirlenecek, önce... Tüm bu işlemler bakanlar düzeyinde olacak ve onaylanacakmış. Bunun için de tanınan süre protokolün yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 3 ay sonra olacakmış.
Buna göre kurulacak 7 (yedi) alt komisyon şöyle öngörülmüştür;
1- Siyasi İstişare Alt Komisyonu,
2- Ulaştırma, İletişim ve Enerji Altyapı ve Şebekeleri Alt Komisyonu,
3- Hukuki Konulara İlişkin Alt Komisyon,
4- Bilim ve Eğitim Alt Komisyonu,
5- Ticaret, Turizm ve Ekonomik İşbirliği Alt Komisyonu,
6- Çevre Sorunlarına İlişkin Alt Komisyon,
7- Tarihsel Boyuta İlişkin Alt Komisyon olmak üzere.
Dikkat edilirse, ilk 6 alt komisyon ”zevahiri kurtarmak” ve esas amacı gizlemek için ”yumuşatma” hazırlıkları olarak uydurulmuş ifadeler, bunların böyle algılanması gerekir. Nitekim bu alt komisyonların oluşabilmesi, görev yapabilmesi için epey bir uğraş ve zaman gerekmektedir. Öncelikle iki ülke arasında ”karşılıklı güvenin” yaratılması gerekir.
Yüz yıla yakın zamandır nesilden nesle işlenen düşmanlık, ekilen kin ve nefret tohumlarının yeşeren, hatta ürüne dönüşen sonuçları nasıl yok sayılacak ya da etkisizleştirilecek? Bu hiç mümkün mü?
Bunun için geniş çaplı bir diyalog mekanizmasının kurulup devreye girmesi öngörülmüş olsa da, bunun sonuç vereceği çok şüphelidir. Sadece oyalamakla varılacak nokta, süren düşmanlık biraz daha pekişebilir!?
Güya bu yedinci komisyon tarafından, güven sağlamak için, ”tarihi belgeleri” incelenecek, belgelerin sahih ya da sahte olup olmadığı tartışılacak!
İşin yanlışı buradan başlıyor zaten, sizin sahip olduğunuz tarihi vesikaya, tehcir kararıyla ilgili belgelere Ermenistan ya da Rusya sahip değil ki?!
Dahası var; bu tarihi belgeleri incelemeye Ermeni, Türk, İsviçre ve diğer milletlerden üye de katılabilecekmiş. Güya; Ermenistan kapı kapı dolaşıp ”soykırım” nutuklarını atarak ”negatif propaganda” yapmayacakmış?!
Bu maddenin en can alıcı ”püf noktası”, bize göre, komisyonların ve çalışma gruplarının sadece ”Hükümetler arası Komisyon” olarak öngörülmüş olmasıdır. İster Türk, ister Ermeni hükümetleri olsun, bunlardan herhangi birinin değişmesi halinde, bu komisyonlar ”lağvedilir”, yani komisyonların geçerliliği ve devamlılığı ”devlet” düzeyinde olmadığı için sürekli ve anlamlı olamaz.
Türkiye-Ermenistan arasında paraf edilen, ileriki tarihte imzalanarak ilgili parlamentolarından da geçmesi gereken ”tarihi protokol”ün tam metnini tarihi belge olması bağlamında aşağıya alıyorum.
Protokol metni:
"Türkiye Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti, Aynı gün imzalanan ilişkilerin geliştirilmesi hakkında Protokol'de öngörüldüğü şekilde, halklarının yararına hizmet etmek amacıyla iyi komşuluk ilişkileri tesis etmeyi, siyasi, ekonomik, kültürel ve diğer alanlarda ikili ilişkileri geliştirmeyi arzulayarak,
Birleşmiş Milletler Şartı, Helsinki Nihai Senedi, Yeni Avrupa için Paris Şartı çerçevesindeki yükümlülüklerine atıfta bulunarak,
İkili ve uluslararası ilişkilerinde, eşitlik, egemenlik, diğer ülkelerin iç işlerine müdahale etmeme, toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkelerine saygılı olacakları ve bu ilkelere saygı gösterilmesini sağlayacakları yönündeki taahhütlerini teyit ederek,
İki ülke arasında güven ve itimat ortamı oluşturulmasının ve bunun muhafaza edilmesinin, tüm bölgede barışın, güvenliğin ve istikrarın kuvvetlenmesine katkıda bulunacağını, güç kullanımından ya da güç kullanma tehdidinden imtina etme, anlaşmazlıkların barışçı yollardan çözümü, insan haklarının ve temel özgürlüklerin korunmasının önemini akılda tutarak,
İki ülke arasındaki mevcut sınırın uluslararası hukukun ilgili antlaşmalarında tarif edildiği şekliyle karşılıklı olarak tanındığını teyit ederek,
Ortak sınırın açılması hususunda aldıkları kararı vurgulayarak,
İyi komşuluk ilişkileri anlayışıyla bağdaşmayacak herhangi bir siyaset izlemeyeceklerine dair taahhütlerini yineleyerek,
Hangi nedenle olursa olsun terörizmin tüm biçimlerini, şiddeti ve aşırıcılığı kınayarak, bu tür eylemlerin teşvikinden veya müsamaha görmesinden kaçınılacağını ve bunlara karşı mücadelede işbirliğine gidileceğini taahhüt ederek,
Ortak çıkarlar ve iyi niyet zemininde, barış, karşılıklı anlayış ve uyum hedefleri doğrultusunda ilişkileri için yeni bir model geliştirme ve istikamet belirleme iradelerini teyit ederek,
1961 tarihli Diplomatik İlişkilere Dair Viyana Sözleşmesi uyarınca bu Protokolün yürürlüğe girdiği tarihten itibaren diplomatik ilişki kurulması ve karşılıklı olarak diplomatik temsilcilik açılması hususunda anlaşmışlardır."
Protokol metinde, "protokolün ve imzalanan diğer protokolün aynı gün ve esasen onay belgelerinin değişimini takip eden ilk ayın ilk günü yürürlüğe gireceği" belirtildiğine göre, bu protokollerin onaylanma ön şartını getirmektedir.
Nasıl olacak bu ön şartlar?
Her iki devletin parlamentosundan onay alması gerekecek demektir.
Bunu, AKP sahip olduğu çoğunluk sayesinde yapabilir, onay verebilir.
Bu güne kadar muhalefeti temsil eden CHP ve MHP konuya olumlu yaklaşmadıklarına göre, “Ermeni dostluk” protokolünün onayı, AKP ve “Siyasi Kürtçülük” destekçisi DTP’in muhtemel ortaklığı veya işbirliği ile mümkün olabilir. Peki, bu onay, devletin milli politikasına uyar mı, işte orası meçhul!?
Halen ivedilikle beklenen şudur; sınırlar tanınacak, kapılar açılacak
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Ermeni Devlet Başkanı Serj Sarkisyan “Ermeni açılımı” sürecinin iki önemli ismi olarak kalacak ve başlangıçta vebali-sevabı da onlara ait olacak.
**
Siyasi irade ve cumhurbaşkanı tarafından başlatılan “Ermeni dostluğu” esasına dayalı “Ermeni açılımı” Türkiye ve Ermenistan tarafından, protokol hükümleri gereğince, 6 hafta sonunda imzalanması beklenmektedir. Mutabakat zaptı niteliğindeki protokole göre, diplomatik ilişki mutlaka kurulacak ve takip eden 2 ay içinde de, en tartışmalı konuyu inceleyecek olan “ortak tarih komisyonun kurulması” varsayımıdır.
Protokole göre Türkiye ve Ermenistan, “iyi komşuluk yapacaklarını” da taahhüt ediyorlar. İyi komşuluk varsayımı, Türkiye adına zaten pratikte uygulanmaktadır. Kimsenin Ermeni vatandaşlarımıza, diasporaya, Erivan’a dediği hiç bir şey yok… “Kardeşçe bağrımıza basıyoruz”, illegal ticaret de yapıyoruz, işçi de çalıştırıyoruz, basında mensuplarına köşeler de veriyoruz, her sabah Türk milletine küfür eden Ermenistan eğitim politikasına rağmen “karındaş” olarak tanımlıyoruz.
Dolayısıyla iyi komşulukmuş, iyi arkadaşlıkmış, dostlukmuş (!) bunlar zaten fazlasıyla var… On binlere varan “kriptolar”, “hepimiz Ermeniyiz”, “hepimiz Hırantız” diye pankart da taşıyorlar. Görüleceği üzere Türkiye’den yana her şey “doğru ve tamam” da acaba, aynı şeyler Erivan’da olacak mı? Örneğin;
Acaba her sabah Ağrı Dağı’na dönüp “küfür” salladıkları Türkiye hakkındaki düşmanlıklarından vazgeçecekler mi Ermeniler?
Acaba, 1914 -1915 olaylarında “vatana ihanet etmenin cezasının ölüm” olduğunu unutturup “mağdurluk” rolünü oynamayı bırakacaklar mı?
Katlettikleri yüz binlerce Doğu Anadolulu Kürt-Türk Müslüman kanının bedelini, yok ettikleri nesilleri, söndürdükleri ocakları hatırlayıp suçluluklarını ifade edecekler mi?
İşte merak edilen “iyi komşuluk” teranesine cevap aranan sorular…
**
Günlerdir basının başköşelerine oturtulan haberin ana iskeleti şöyle: “Ermenistan ile Türkiye arasında İsviçre’nin arabuluculuğunda paraflanan protokol çerçevesinde, iki ülke yıllar sonra diplomatik ilişkilerin yeniden tesisi konusunda tarihi bir adım attı. İki ülke tarafından paraflanan ve iç istişarelerin 6 hafta içinde tamamlanmasının ardından imzalanması öngörülen protokol, karşılıklı olarak diplomatik ilişki kurulması, diplomatik temsilcilik açılması, protokolün yürürlüğe girmesinden sonraki 2 ay içinde ortak sınırın açılması ve ortak tarih komisyonu kurulması gibi önemli açılımlar içeriyor. İki ülke, iyi komşuluk yapacaklarını da protokole bağlıyor.”
**
Bu haberi okuyan vatandaşlarımız, sanacaklar ki her şey birden değişivermiş, eski düşmanlıklar yok olmuş, ortam güllük-gülistanlık olmuş…
Basın-yayında pompalanan “yalakalık” örneği haberler ve köşe kapıcısı “kriptolar” tarafından yazılanlar asla gerçeği yansıtmamaktadır. Bilinen Ermeni yine aynı Ermeni… Kinini yine kusmaya devam ediyor, edecektir. Onun yaşam kaynağı, Türk düşmanlığı yapmaktır. Başka beslenecek bir kaynak yok çünkü…
**
Protokol metninden de anlaşılacağı üzere, taraflar arasında imzalanması öngörülen iki protokol var. Bunlardan biri, “Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasında Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına Dair Protokol”dür.
Bu protokolün esas amacı, güya, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesini ve mevcut sınırın karşılıklı olarak tanınmasını sağlamaktır.
İkinci protokol ise, “Türkiye ve Ermenistan Arasında İlişkilerin Geliştirilmesine Dair Protokol”dür.
Bunun amacı ise, güya, her iki ülkenin, iç istişarelerini sınırlı zaman içinde (6 hafta) tamamlamaları ve ardından protokolü imzalamalarını öngörmektedir. Bu ikinci protokol imzalandıktan sonar, 2 ay içerisinde de ortak sınırın açılması karara bağlanmaktadır.
Tabii ki bunun devamını sağlayan faaliyetler, ilgili bakanlıklar arasında sürdürülmeye devam edilecekmiş. Dikkat çekici olan husus, her iki protokolde yine esas olan sınırla ilgili “tanıma” ve “açılma” işlemleridir.
**
Tarih komisyonun kurulması ne anlam taşır?
Yukarıda detayları açıklanan protokolün yürürlüğü esas alınarak yeni tasarruflar gündeme gelecektir. Bu tasarrufların merkezinde, kurulan komisyonlar ve bağlı alt komisyonların olması büyük ihtimaldir. Mutabakat zaptı protokole göre kurulacak olan toplam yedi komisyon ve onlara bağlı alt komisyonlar üç ay içerisinde kurulup işlerlik kazanması gerekmektedir. Eylül başında bu protokol açıklandığına göre komisyonların yaklaşık olarak Kasım ayı sonu, Aralık ayı başı bir dönemde kurulacağını varsaymak gerekir. Kurmak yetmiyor tabii ki bu komisyonların çalışma kurallarının oluşturulması ve bağlı alt yapıların hazırlanması gerekiyor.
Önceki sayfalarda belirtildiği üzere, kurulması hedeflenen yedi komisyondan ilk altısının ”kamuflaj” amaçlı olduğunu, esasen yedinci komisyon olan kısa adıyla ”tarih komisyonu” olduğunu tekrarlayalım. En önemli husus, bu komisyona uluslararası uzmanların da katılımının olmasıdır. Resmi adı “tarihsel boyuta ilişkin alt komisyon”u oluşturan uzmanlar sadece iki ülkeyi temsil etmeyecektir. Uluslararası düzeyde, bu konuda yayın yapmış ve doğru bilgileriyle tebarüz etmiş, objektif bilim insanlarının olması öngörülmesi muhtemeldir.
Bu alt komisyonların temel amacı,”iki halk arasında karşılıklı güven tesis edilmesi amacıyla, mevcut sorunların tanımlanmasına ve tavsiyelerde bulunulmasına yönelik olarak, tarihsel kaynak ve arşivlerin tarafsız ve bilimsel incelenmesini de içerecek şekilde bir diyalogun uygulamaya konulmasını” sağlamak....
Bu diyalogda Türk, Ermeni ve İsviçre temsilcileri ile diğer uluslararası uzmanlar da yer alacakmış. Protokolün ne zaman yürürlüğe girecek ve ne kadar yürürlükte kalacağı konusu açık değildir. Örneğin protokolde zikredilen zaman limitlerine uyulamazsa neler olabilecek?
Sadece ”hükümetler düzeyinde” kurulması öngörülen kurullar ve komisyonlara verilecek üyelerin üyelik kriterleri neler olacak?
Sosyal mi, kültürel mi, ekonomik mi, askeri mi, politik mi olacak bu üyelikler? Bunlar belli değil...
**
Ermenistan, anayasasını değiştirmek zorunda mı?
Protokole göre, iki ülke arasındaki mevcut kara sınırın uluslararası hukukun ilgili antlaşmalarında tarif edildiği şekliyle karşılıklı olarak tanınması öngörülüyor, güya! Ancak bu hukukun atıf yapıldığı, hukukun hangi antlaşmalara dayandırıldığı belirtilmiyor. Örneğin ”Kars antlaşması, Moskova antlaşması” hiç gündemde değiller. Öyle ya, bize göre olmasa da, ”Sevr” antlaşması da uluslararası bir hukuk belgesi değil mi?
Diğer yandan Ermenistan’ın anayasası niteliğinde olan ”Bağımsızlık Bildirgesi” metninde ve Ermeni Devletinin Anayasası’nda, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü sorgulayan ifadeler vardır. Örneğin, Ermenistan Anayasası’nın 13. maddesinin 2. paragrafında, Türkiye’den toprak talep edilmektedir. Bu anayasaya göre Ağrı Dağı “Ermenistan’ın devlet simgesi” olarak anılmaktadır. Kezâ, ”Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirgesi’nin” 11. maddesinde de Doğu Anadolu’dan “Batı Ermenistan” olarak bahsedilmektedir.
Hal böyle iken, protokolde yer alan ”iyi komşuluk”, ”muhabbetlik”, ”Ermeni dostluğu ve kardeşliği” varsayımlarının bir anlamı oluyor mu?
Kim kimi kandırıyor?
Ortaya konulan manzara, bir ”ortaoyunu” sahnesinden farklı değil... Bir tarafın oyuncuları samimi olarak rollerini yaparken diğer tarafın oyuncuları sahtekârlık ve iki yüzlülük timsali oluvermişler...
Bakalım, protokol Ermenistan meclislerinde oylanırsa -ki oylanıp kabul edileceğine inanmıyorum- Ermenistan hem anayasasını hem de bağımsızlık bildirgesini değiştirecek mi?
Bekleyelim görelim...
**
Protokolün irdelenmesi
Devletlerarası antlaşmalarda yazılı metinler oluşmadan ve bağlayıcılığı da uluslararası hukuk kurallarına dayandırılmadan yapılan taahhütler, protokollerin hiç bir anlamı ve geçerliliği yoktur. Bu bağlamdan hareketle, Ermenistan’ın iddia ettiği “soykırım”, “toprak talepleri”, “sınırların geçersizliği”, “anayasal hükümler” gibi temel hiçbir konuda geri adım atmadan, hatta herhangi bir sözlü beyanda da bulunmadan, Türkiye’ye protokol “imzalattığını” gösteriyor.
Başbakan R.T.Erdoğan Azerbaycan’da, “Bu işgal sona ermeden ilişkilerimiz normalleşemez, kapı açılamaz” dediğini hatırlayarak, “ne değişti o günden bugüne?” diye sormak milletin hakkı değil mi?
Bu soruya Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bakınız ne diyor; “Aslında o günlerde de biz geri adım atmadık, görüşmelere devam ettik”.
Bu ifadeye göre Dış İşleri Bakanı değişen bir şey yok diyor. Peki, değişen bir şey olmadığına göre, bu görüşmelere devam edilmesi ve sonuçta protokolün ortaya çıkması demek ne anlama geliyor? Bu sonuç bir “bağımlılığın” var olduğunu göstermez mi? Bir yerlerden gelen “emir” gereğince bu tasarrufa devam edilmiş görünmüyor mu?
Bir yandan başbakan Azerbaycan’da bir beyanda, hatta taahhütte bulunuyor; bir yandan da “..Siz başbakanı…, biz yolumuza devam edelim” anlamını yükleyen davranışlar-işlemler var. Başbakana rağmen Ermenilerle görüşmeye devam ediliyor, Rusya Devlet Başkanıyla görüşülüyor… Bu ifadelerin, bu icraatın bir anlamı olmalıdır; birisi çıkıp “Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığı kalmamıştır” derse, ne cevap verilecek?
Vatandaş soruyor; ne oldu da birdenbire “Kürt-Ermeni açılımları” yan yana gündeme getirildi?
Nereden ve nasıl düğmeye basıldı da “Ermeni-Kürt açılımları” yan yana getirilip milletin önüne döküldü?
Her şeye bir “demokrasi kılıfı” uyduran siyasi irade, yedi yıldan beri iktidarda olan parti, çeşitli atraksiyonlardan sonar “demokratik açılım” diyerek, geçmiş iktidarında demokrasi uygulamadığını mı itiraf etmek istiyor?
Son derece çelişkili ve ilginç bir durum… “Kürt açılımı” için “AB-D’nin telkinidir, tavsiyesidir” diyenleri “namussuzlukla” suçlayanlar, “Ermeni açılımı” konusundaki bu çelişkileri neye bağlayacakları merak konusudur.
Bir ülke ekonomik ve siyasi bağımsızlığını kaybetmişse, devletin meşru kurumları ve karar organlarıyla yönetilemiyorsa (haydi ülke adına bir tenzihte bulunalım), o zaman, yabancı parmağı her tarafa girer de, çıkar da... Bir taraftan AB bastırır, “şunu böyle yapın” der, diğer taraftan ABD bastırır, “bunu şöyle yapın” diyebilir...
İkbal ve iktidarda kalma uğruna her gelen baskıya göre yeni bir adım atarsanız, kimsenin itimadı kalmaz. Bunu yapanlara bir şey dokunmaz aslında, olan devlete olur, o devlet yönetenler devlet enkazı altında kalsa bile bir anlam taşımaz. Çünkü kaybolan şahısların, siyasi erkin itibarı değil devletin itibarıdır, devletin!
**
Başbakanın güvenirliği…
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı 13 Mayıs 2009 günü Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’le ortak basın toplantısında şunları söylüyor: “Dağlık Karabağ işgali sona ermeden diplomatik ilişki kurulamaz, sınır açılmaz.”
Ermenistan’la olan kapalı sınırın tekrar açılması için, Başbakan, Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklardan çekilmesi gerektiği şartına bağladığına göre, malum protokolde bu konu ile ilgili olarak tek kelime bile edilmediğine göre ve dahi bununla ilgili tek işaret olmadığına göre, Türkiye Cumhuriyeti Devleti nasıl bir “kumpasa” düşürüldüğünü -getirildiğini- görmemek mümkün mü?
Başbakanın Azerbaycan parlamentosunda verdiği taahhütlere paralel -uygun- olarak ne değişti de bu noktaya gelindi? Protokoldeki 6 haftalık sure, 14 Ekim’de tamamlandığına göre, Başbakanın taahhütlerinin bu tarihe kadar gerçekleşmesi gerekir, değilse bu protokollerin hiç bir anlamının olmaması beklenir.
Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan “..sınır açılmazsa, ben 14 Ekimde yapılacak maça gelmem” diyor. Bu noktada “adama helâl olsun” diyesi geliyor insanın! Kendi açısından son derece kararlı ve istikrarlı Sarkisyan…
Adam şahsiyetli politikasını uyguluyor.
Yanardöner gülü değil ki...
Dışarıdan gelecek “etkilemelere” kapatmış kapılarını.
Bildiği ve bağlı olduğu “Ermeni milli politikası 4T idealine” göre hareket ediyor. Her gün Türkiye’ye küfrederek istediğini kabul ettiriyor...
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına göre, bu sınır açılıncaya, diplomatik ilişki kuruluncaya kadar, Karadağ’daki işgal sona erecektir demektir. Eğer bu olmazsa, Başbakan’ın ciddi anlamda güvenilirlik sorunu olacaktır. Bunun da olacağını düşünmek istemem, aksi halde ülkemiz için felaket demektir...
Ermenistan Devlet Başkanı hiçbir taviz vermeyeceklerini bağırarak ilan ederken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti milli konularda taviz veriyor. Unutulmamalıdır ki siyasi iktidarlar sürekli değildir, sürekli olan devlettir, devlet… Türkiye Cumhuriyetine yakışmayan kişiliksiz bir dış politika ülkemi nasıl bir yöne sürüklediğini endişeyle izlemeye devam ediyoruz…
**
Yukarıda belirtildiği üzere ortalıkta dolaşan iki ayrı protokol var. Bu metinlerde Kars Anlaşması’na doğrudan atıf yapılmamıştır. Çünkü Türkiye-Ermenistan sınırını belirleyen antlaşma Kars Antlaşmasıdır. AKP iç politikada içine düştüğü çıkmazı, dış politikada yaptığı yanlış girişimlerle milleti oyalamaya çalışmaktadır. Bu gidiş doğru bir gidiş değildir, dış politikadaki bu yanlışların mutlaka vahim sonuçları olacaktır. Protokole göre Ermenistan hiçbir konuda geri adım atmamıştır. Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik uluslararası hukuka aykırı politikalarını yansıtan anayasa hükümlerini değiştirmeyi dahi düşünmemektedir, bundan söz dahi edilmemiştir.
Buna rağmen Türkiye bu protokolü maalesef imzalamıştır.
Ermenistan üst yönetimi bilerek asla “yanlış” adım atmaz, attırmazlar.
Türkiye düşmanlığı her halükârda devam ediyor, edecektir de...
Bunu çekinmeden en üst düzey yönetimlerince ifade ediliyor.
Bizim yöneticilerimiz ne yapıyor?
Malum, tekrara gerek yok…
Önceliğimiz Türkiye’nin ve kardeş ülke Azerbaycan’ın milli menfaatleri olması gerekirken, Türkiye kendi iradesiyle karar verme aczine düşürülmüştür; kuru yaprak misali sonbaharın esen yellerine kapılıp sağa-sola savrulmaktadır...
Neden, ne için?
Siyasi ve ekonomik bağımlılıktan dolayı…
ABD Başkanı Barack Obama’nın Türkiye ziyareti sırasında, TBMM salonlarında “Ermenistan’la olan sınır kapılarınızı açın, ilişkilerinizi normalleştirin…” söylemi kimine göre emir ve direktifler niteliğini taşır…
Üstelik de bu direktifler ayakta alkışlanmıştır! Hayret!!!
Bu hareket bile, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için bir “zül”dür…
Bunun farkında olmayan düşünen, algılayan, sentezleyen “aydınlık” fikirli insan var mı?
**
Ermeni Açılımı: Bir İnceleme ve İrdeleme (2)
Prof Dr Ramazan Demir
”Ermeni açılımı” yazı dizimizin ikincisiyle devam ediyoruz.
Ermeniler bu protokollerden çok memnunlar…
“Ermeni açılımı” projesinin baş mimarları Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan ajandalarındaki “bilinmezleri” gizlemek için, suratlarına yansımış samimi olduğu şüpheli gülücüklerle tarihe kayıt olmuş pozlarını, basında yorumunuza sunulmuştur. Onların yanında ise, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev ile Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan Temmuz 2009’da bir araya gelerek “Karabağ” sorununu konuştular, fakat çözüm üretemediler.
Türkiye-Ermenistan arasında imzalanan mutabakat metnin ana konusu, Ermenilerin Azerbaycan toprağı “Karabağ”ı işgal etmeleri noktasında düğümleniyor. Sorunu görüşmelerine rağmen bir sonuç alamamışlardır. Ermenistan tarafı, milli hedefleri için her dönemde düşüncelerinden ve uyguladıkları milli politikalarından vaz geçmemişlerdir. Bunun sonucu olarak da Ermeni milliyetçiler, bu protokole son derece tepkilidirler. Örneğin Ermeni milliyetçiler, “uzlaşmaya” büyük tepki gösterirken, Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, “Karabağ sorununun önkoşul olmadığını, soykırım olayının da tarihi bir gerçek olduğunu” açıkça söylemektedir. Ayrıca, var olan sofradan ikramı yapılacak karnütürlerin bulunduğunu da ifade etmektedir.
Türkiye ile Ermenistan arasında varılan mutabakatın somut belgeleri olan iki protokol, Ermeni ideolojisinin temel amaçlarından olan Türkiye’den toprak talebi ve tazminat isteklerinin önünü kapatacağı endişesini taşıyan milliyetçi Ermeniler, varılan mutabakata karşıdırlar. Farklı bir sonuç da beklenemezdi.
Fakat projenin tarafı olan Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan ise farklı düşündüğünü ileri sürmektedir. Aslında milliyetçi Ermeniler, ”ölümden tutturup sıtmaya razı olmak” hesabını yapmayı her zaman önemserler. Fakat Sarkisyan son derece diplomatik manevralarla istediğini milliyetçilerden daha ileri derecede elde ettiği izlenimini veriyor. Basına yaptığı açıklama son derece kapalı, fakat hedef mesaj anlam yüklü niteliktedir.
Bay Sarkisyan’a göre imzalanan protokollerin mevcut bazı sorunların çözümüne yardımcı olacağı inancı vardır; “21. Yüzyılda çağdaş dünyaya yakışan bir şekilde komşumuzla ilişkilerimizi düzenlemeye çalıştık” diyerek, son derece geniş manevra potansiyelli beyanatlar vermiştir. Sarkisyan çok önemli bir açıklamayı daha yapmıştır; “Karabağ sorunuyla ilgili bir önkoşul bulunmadığı protokol metinlerinin açıklanmasıyla ortaya çıktı. Ayrıca, birçok kez söylediğim gibi tarihi konular tarihçiler tarafından değil hükümetlerarası komisyona bağlı alt komisyon tarafından ele alınacak” demesi bizim tarafı yalanlıyor.
Neymiş efendim, “biz, Azerbaycan aleyhine olacak hiç bir işleme imza atmayız!...” Gerçekten öyle mi? Nasıl da inandırıcı!
İktidardaki Sarkisyan bunları söylerken son derece bilinçli ve hesabı-kitabı belli sonuçlara göre konuşuyor. Diasporanın onayını almadan da bu yaklaşımların içine de girmez. Eksik kalanların da (sofradaki çerez dediği şeyler...) daha sonra “ağababa” tarafından yapılacak baskılarla “hallolunacağına” inanmaktadır.
Buna karşın Ermeni milliyetçisi Taşnaksütyun partisinin mensupları ise iktidarın Türkiye ile yakınlaşma siyasetine karşı direnişe bile geçeceklerini saklamıyorlar ve Ermenistan Dışişleri Bakanı Edward Nalbantyan’ın istifasını istemektedirler. Çok ilginçtir bakan Nalbantyan, “..protokolleri biz yazdık, Ankara imzaladı..” diye Ermeni milliyetçilere garanti veriyor. Fakat bizim yetkililer hâlâ “takiye” yapmakla meşguller...
Birinci Dünya Savaşından önce ve esnasında Anadolu’da isyan çıkartıp, devlete ihanet eden Ermenilerin oluşturduğu çetelerin çoğu işte bu Taşnaksütyun partisinin mensuplarıydı. Onların hedefi dün belliydi, bugünde, yarın da bellidir.
**
“Batı Ermenistan” hayali biter mi?!
Birinci Dünya Savaşını çıkaran ve devam ettiren emperyalist güçlerin bir ana hedefi vardı; Osmanl İmparatorluğunu parçalayıp paylaşmak. Bunu aidiyet fikrini yayarak, aşılayarak, destekleyerek yaptılar. Örneğin Balkanlarda çok kısa sürede başardılar. 1912–1913 yıllarında Osmanlının en büyük hezimeti olan Balkan savaşını kaybetmesidir. Koca Balkanları 17 gün gibi kısa bir sürede kaybeden Osmanlı, kalan Anadolu’nun da paylaşılması için isyan ettirilen Ermenilere “Batı Ermenistan” diye vaat edilen Doğu Anadolu bölgesi bugün yine Ermeni milli ideolojisi olan 4T hedefleri içindedir. Bunu görmemek, anlamamak için ancak “hain” ya da ”kaçık” olmak gerekir.
Bu nedenle Diaspora Ermenileriyle Ermenistan’daki milliyetçi Ermeniler 4T ideolojisinden ısrarlıdırlar. Taşnaksütyun partisi bunların başında gelmektedir. Özetle bu gruplar Türkiye’den toprak talebinde bulundukları ve “soykırım tazminatı” almayı amaçladıkları için, Türkiye kara sınırlarının tanınmasına karşı çıkmaktadırlar. Türkiye-Ermenistan arasında 22 Nisan’da imzalanan ilk protokole karşı (hatırlatmakta yarar var: Obama Amca TBMM de konuşup direktifler verirken alel acele bu protokol imzalandı ki güneş yanığı tenli Bay Başkan Türkiye için “soykırımcı” demsin diye…) eylemde bulunmayı ihmal etmediler. Biraz daha ileri giderek Taşnaksütyun partisi iktidardaki koalisyondan çekildi. Taşnakların diğer bir gerekçesi ise, Ermeni hükümetinin Karabağ konusunda ödün vermeye hazırlandığı yönünde fikir ileri sürülmesidir.
**
ABD’deki Diasporanın en etkili yayın organlarından biri “Asbarez gazetesi” dir. Bu gazatenin internet sitesinde şöyle bir yorum yayınlanmıştır: “Var olan sınırlar tanınacakmış. O halde anavatanımızı, Batı Ermenistan’ı (Doğu Anadolu) kaybediyoruz. Kendi isteğimizle anavatanımızdan vazgeçiyoruz” dedi.
Gördünüz mü Ermeni idealinin şahsiyetli savunuculuğunu?
Elin oğlu bunu açıktan söylüyor, yazıyor ve gerçekleşmesi için her türlü fırsatı değerlendiriyor. Siz, durmadan söyleneni yapıyor duruma geliyorsunuz.
Adamlar işini çok iyi yapıyor; kişilikli milli ülkünün savunuculuğunu yapıyorlar Ermenistan idarecileri ve de diasporası...
Kendimiz için biraz da ders çıkarmak gerekir…
Erivan’daki siyasi gözlemciler ne diyorlar?
Yabancı siyasi gözlemcilerin kanaati şu noktada toplanıyor; “Ermeni diplomasisi başarılı bir sonuç elde etmiştir.” Bunun somut örneği ise Doğu Bilimleri Enstitüsü Müdürü Ruben Safrastyan protokoller hakkında, özellikle Karabağ konusunu içermediğini hatırlatarak aynen şunu söylüyor; “Bu bize Ankara’nın yaklaşımının değiştiğini kanıtlıyor” ifadesinde çok anlam vardır.
Görüldüğü üzere Ermeni tarafı, bazı uç siyasi örgütler hariç, genel hatlarıyla protokollerden son derece memnunlar. Tabii ki memnun olacaklar; amaçları sınırların açılmasını sağlayıp fukaralıklarına çare bulmaktı, onu da başardılar. Sınırların tanınıp tanınmadığı, toprak ve tazminat talepleri muallâkta bırakılmıştır. Karabağ hiç konu edilmemiştir. Tarih komisyonu ise tamamen politik üyelerden oluşmuş kişiler temsil edeceklerdir. Komisyonlar devlet düzeyinde değil hükümetler düzeyinde olacaktır.
Bundan daha alası ne olabilirdi ki?
Peki, Türkiye ne kazandı bu işte?
Hiç bir şey!
Protokollerin geçerli olması için TBM Meclisinin onayı şart mı?
Doğrusunu isterseniz bu soruya olumlu ya da olumsuz bir cevap vermek pek kolay değildir. Cumhurun başına göre gerek yok, Başbakana göre var!?
TBMM Başkanına göre ise, hem var hem de yok!?
Şimdi siz sade vatandaş olarak bunlardan hangisine inanacaksınız?
Elbette ki icranın başında olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediklerine…
Ancak pratikte işler öyle olmuyor.
Ne diyor başbakan?
Ermenistan’la mutabakata vardıkları iki protokolün yürürlüğe girebilmesi için, “Parlamento onayı olmadan işlerlik kazanmayacak” diyor.
Beklemek gerek, sonuç için…
**
Mutabakat dış basında nasıl bir yankı buldu?
Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkileri normalleştirmek için dünya kamuoyuna ilan edilen “mutabakat” metinleri hakkında dünya basını farklı yorumlarda bulndu. Genel anlamda yabancı basın tarafından “olumlu” destek veriliyor.
Şimdi bakalım yabancı basının yazdıklarına
New York Times (ABD): İki ülke arasındaki yüzyıllık düşmanlığın olduğunu, bu düşmanlığın da dünyanın en uzun süren düşmanlık olduğunu, sürekli bir çekişme halinde devam ettiğini ifade ederek, bu iki ülke arasında kurulacak diplomatik ilişkilerin bu çekişmeye son vermek için bir başlangıç olabileceği yönünde kanaat belirtilmiş. İlginçtir, Türkiyenin Ermenistan’la ilişkilerini iyileştirmesi demek, Türkiye’nin AB’ye üye olma şansını artırabilir demekmiş!
Wall Street Journal (ABD): İki ülke arasında varılan mutabakatla, geçmişten gelen düşmanlığa çare bulma çabası olduğunu, Osmanlı yönemi altında “Ermenilerin katledilmesinin” esas alındığı düşmanlığı görünürde onarılmasının çok zor olduğunu, bu çatlağın üstesinden gelmenin de zor olduğunu, ancak bu mutabakatla bir başlangıç yapıldığını belirtiyor.
Yorum ve irdeleme: AB’nin Türkiye’nin önüne yeni kurallar koyduğunu biliyorduk ta ABD bunu tam olarak açıklamamıştı. Bu vesile ile şu ifadeyi kullanmak yanlış olmaz: buyurun “dost-kurtlar sofrasına…” Meğer AB üyeliği için, Ermenistan iddialarının tanıma ön koşulunu ABD de istiyormuş ta yüksek sesle bir türlü ifade edilmiyormuş. Bu vesileyle bunu da öğrendik.
Osmanlı idaresinde 850 yıl birlikte yaşayan Ermenilere hiç bir zararın verilmediğini, Osmanlıdan önce de Anadolu’da Türklerin egemenliğinde Ermenilerin yaşadığını ifade etmekten kaçınmış, basın organları. En önemlisi Ermeni vatandaşların bir kısmının isteyerek, bir kısmının da zorlanarak yaşadıkları vatana ihanet ettiklerine dair suçu işlediklerini de yazmamışlar, muhtemelen bilinçli olarak. Aksi halde diasporanın hışmına uğrayabilirlerdi.
The Times (İngiltere): ABD basınına benzer yorumlar yapmış.On yıllardır süren düşmanlığın kolayca atlatılamayacağını vurguladıktan sonar, iki ülke arasındaki ilişkiler “düşmanlık” temelinde sürdüğünü, hâlâ birçok tehlikeyle karşı karşıya bulunulduğunu, özellikle Ermenistan’ın, Türkiye’nin “Ermeni soykırımı” yaptığı iddiası ve bunun uluslararası toplum tarafından tanınması konusundaki kampanyasına dikkat çekiyor.
Bu konuda Türk milletindeki “milliyetçi” duygular çok yoğun olduğunu vurgulaması, bu düşmanlığın devam edeceğine işaret ediyor. Benzer bir yaklaşımla, Türkiye’nin Ermenistan ile diplomatik ilişkiler kurması, Türkiye’nin AB üyelik şansını artıracağı vurgusu da yapılıyor.
BBC (İngiltere): Türkiye ve Ermenistan, aralarında on yıllarca süren güvensizlikten sonra diplomatik bağları kurmaya bir adım daha yaklaştığını belirterek, bunun “tarihi atılım” olduğunu vurgulamış. Ayrıca, Türkiye’deki artan demokratikleşme ve ordunun siyasi alandan geri durması da bu ilişkilerin kurulmasına yardımcı olduğu yönünde görüş belirtilmiş.
Yorum ve irdeleme: Burada farklı bir yaklaşım olarak Ordunun siyasi erk üzerinde etkisinin azaldığı noktasındaki yaklaşımdır. Bunu herkes fark ediyor. Değişen şartlara bağlı olarak Ordunun da kendine yeni stratejiler oluşturması doğal sayılmalıdır. Zaman içinde yapılacakları gözlemek ve her an tetikte beklemek şimdilik en doğru yöntem olduğu yönünde tavır sergileyen ordu, zaten siyasetin dışında durmayı hep tercih etmiştir. Mecbur olmadıkça siyasete müdahil olmamıştır. Bir anlamda orduyu buna mecbur edenler, yine siyasetçilerin beceriksizliği ve yetenek düzeyleridir.
AB üyeliği için Ermeni soykırım iddialarını kabullenme ön şartının İngiliz basını tarafından zikredilmesini hiç yadırgamadım. AB ye almamak için “olmayacak” veya “hiç kabullenilmeyecek” şartları öne sürmek AB nin siyasetidir. Bundan gocunulacak bir husus yoktu. Önemli olan bizim bunu anlamazlıktan gelmemiz ve hala oyalamalardan ders almamamızdır.
**
Deutsche Welle (Almanya): Türkiye ile Ermenistan arasındaki diplomatik gelişmeleri “futbol maçı” merkezli yorumlamış. İlişkilerin normalleştirmek için sporun aracı olarak kullanıldığını yazıyor. Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın 14 Ekim’de Bursa’da oynanacak futbol karşılaşmasına gelmesini sağlamak için protokollere imza atarak sürpriz yaptığını belirtiyor.
El Pais (İspanya):Ermenistan ve Türkiye, diplomatik ilişkileri kurmak istediğini, yüzyıla yakın bir zamandır devam eden düşmanlığı azaltmak için yakınlaşmanın olduğunu ve sınırlarını açma eşiğine gelindiğini ifade etmiş.
**
ABD ve AB durumdan çok memnun!
İşin perde arkasındakiler olarak bilinen AB ve ABD memnun olduğuna göre, bu sonuçtan başkasının şikâyetçi olması beklenmez. Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye-Ermenistan mutabakatı konusundaki memnuniyetini belirtmekte acele bile etti. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü olan “Ian Kelly” imzasıyla bir açıklama yapıldı. Buna göre: “Ermenistan ve Türkiye’yi, bugünkü açıklamalarında tarif edildiği şekilde üzerinde mutabakata varılan çerçeve dâhilinde, süreci hızlandırmaya davet ediyoruz. Her iki hükümetle de, bölgede barış, güvenlik ve istikrara katkıda bulunacak tarihi bir süreçte ilişkilerin normalleştirilmesine destek için yakın çalışmaya hazır olmayı sürdürüyoruz.”
Eh, bundan iyisine “can sağlığı” denir. “Ağababa” bu işten memnun olduğuna göre ve devamında işbirliği için “katkı yapmaya” hazır olduğuna göre, ABD açısından istenen ve uygulanan operasyon sonuç vermiş demektir. Artık Kafkaslarda ABD için sorun olmayacağı varsayımı kadar, sorun çıkaranlara da gerektiğinde bu “sıçrama tahtaları” aracılığıyla gözdağı vermeyi de ihmal etmeyecektir.
Diğer yandan AB’nin Dış İlişkiler Komiseri Benita Ferrero-Waldner da, “Ermeni Açılımı”nı desteklediklerini net ifadelerle açıklamıştır. Türkiye-Ermenistan arasında imzalanan taahhütlerinin “yüksek önem taşıdığını” bildirerek taraflardan “çabuk” olmalarını istemiştir.
Görüldüğü üzere hem ABD hem de AB bu işin arka planında olduklarını hemen ifade etmektedirler. Her nedense “yerli muhalifler” bunun böyle olduğunu, yani AB-D planı olduğunu ifade ettiklerinde “namussuzlukla” itham edilmektedirler. Adamlar malumu ilan ederek sizi ne kadar “güç” durumlara soktuklarının farkında değil misiniz? Etrafınızdaki “akıl hocaları” bu vesile ile sınıfta kalmışlardır. İktidar adına da, ülke adına da yazık olmuştur.
Sonuç ve yorum: Görüldüğü üzere dış basın çok yüzeysel bir yaklaşımla olayı özetleyip okuyucusuna aktarmıştır. Hiç bir basın-yayın organı esas sebepten bahis etmemiş, Ermeni iddialarının vatana ihanetin sonucu olduğunu, bunun sonucunda da “ölüm cezası” yerine “göç” tercih eden zamanın idaresinin aslıda Ermeni vatandaşları koruyup kolladığı olayına hiç değinmemişler. Sadece yüzyıla yakın düşmanlıktan bahsetmişiler. Hiç biri, neden Fransa’yı işgal eden Almanlarla “dost” olabildiğini, buna karşın vatana ihanetin bedelinin ne olduğunu yazmıyor. Çünkü işlerine öylesi geliyor…
**
Ermeni Açılımı: Bir İnceleme ve İrdeleme (3)
“Ermeni açılımı” yazı dizimizin üçüncüsüyle devam ediyoruz.
Ermeni açılımında kim ne kazandı, ne kaybetti?
Şunu kabul etmek gerekir ki, ilkyazımızda tam metnini yayınladığımız bu mutabakat metni ki 10 Ekim günü İsviçre’de imzalanan protokol, incelendiğinde, insan ister istemez şu kanıyı yüksek sesle ifade etme gereğini duyuyor; “bu kadar diplomatik ustalıkla kaleme alınan metinlerle kim ne kazanabilir ki?”
Öyle ya, gerçekten kim ne kazandı ya da kazanacak veya ne kaybetti ne kaybedecek, sorusuna yanıt aramak için olayı farklı boyutlarda irdelemek gerekir, bunu yapmaya çalışalım.
Önce şu soruyu öne alalım; eğer her iki ülkede altı hafta sonra kamuoyundan öngörülen gerekli siyasi uzlaşma çıkmazsa, iki ülkenin meclislerinde onaylanmazsa ne olacak?
Bize göre hiç bir şey olmayacak. “Eski tas eski hamam” örneği devam edecek. Ya da siyasi uzlaşma ve ardından da parlamentolardan onay çıkarsa, o zaman ilişkilerde neler yaşanacak? O da meçhul...
Resmen açıklanan protokol metinlerinde, aslında ne Türkiye, ne de Ermenistan birbirlerine açık bir taahhütte bulunuyor. Bunu anlamak için mutlaka diplomat olmak gerekmiyor. Ancak, dışişlerinde ömür tüketmiş deneyimli diplomatlar, konuya daha farklı yaklaşıyorlar. Satır aralarına yerleştirilmiş diplomatik şifrelerin olduğu ve taraflara yükümlülükler getirdiği, bunu da hassas ifadelerle formülüze edildiğini söylemektedirler.
Metni hazırlayan diplomatların son derece deneyimli oldukları kesin. Bu protokol metinlerine göre, yapılması gereken işlerin kısa ve orta vadeye yayıldığı anlaşılmaktadır.
Protokollerde Türkiye-Ermenistan arasındaki esas sorun zikredilmiyor. “Gölge sorun” niteliğinde bir yansıma var. “Gölgesiyle kavga eden” insanlar gibi protokolde de “gölgesiyle barışanlar” izlenimi ediniliyor. Özetle, sorunun adı konulmadan “gölge sorunu” çözmek için varılan bir mutabakat metni olarak da ifade edilebilir.
Bu mutabakat metnine nasıl ulaşıldı?
Normalde gizli yürütülen görüşmelerin sonucu nasıl oldu da kamuoyuna duyuruldu? Dost ortakları memnun etmek için Türkiye-Ermenistan yetkilileri adeta yarıştılar. Türkiye ve Ermenistan arasında "İlişkilerin geliştirilmesi ve diplomatik ilişkilerin kurulması" konusunda vardıkları dört sayfadan oluşan mutabakat metinlerinin, Ermenistan tarafından basına sızdırılması üzerine, Türk Dışişleri Bakanlığı protokol metinlerini kamuoyuna açıklamak mecburiyetinde kaldı. Konu böylece deşifre edilmiş oldu. O günden beri tartışılan protokoller, 10 Ekim 2009 tarihinde yani dün, iki ülkenin dış işleri bakanları tarafından, ağababaların gözetiminde, resmen imzalandı.
**
Beklentinin anatomisi…
Protokollerin ortaya koyduğu ana fakir şu beklentileri ortaya koyuyor;
1- Ermenilerin isteği doğrultusunda sınır açılacak (mümkündür...???),
2- Sözde Ermeni soykırımı iddialarını araştırmak için tarihçilerden yoksun siyasi bir ortak komisyon kurulacak (ipe un serme komisyonu olacak!!!),
3- Azeri topraklarını işgal eden Ermenistan, uzlaşmaya yanaşacak (nasıl ve ne kadar zaman sonra???),
4- Ermenistan Türkiye’nin milli sınırlarını tanıyacak (hayal ürünü;???!!!),
5- Bağımsızlık bildirisindeki toprak taleplerini değiştirecek (hayal ürünü;???!!!),
6- Bütün ilişkiler her iki ülkenin Dışişleri Bakanları tarafından yürütülüp denetleyecek (sorun olmaz...),
7- Diplomatik temsilcilik veya konsolosluk açılacak (olabilir...).
Peki, ala, ya her şey yolunda gitmezse, tüm bunlar gerçekleşmezse ne olacak?
O zaman ”yandı keten helvam...” tekerlemesi söylenir ve ”açılım aktörleri” kendilerine uygun söylem geliştirirler…
**
Emeni çeteleri tarafından katledilen yüz binlerce vatan evladının devam eden soylarının temsilcileri şimdi şu soruyu soruyorlar; hemTürkiye hem de Ermenistan’ın hassas olduğu “sözde soykırım”, “sınırların tanınması”, “Kars Anlaşması”, “Karabağ işgali” gibi temel sorunlar ifade edilmeden, protokolün anlamı var mı?
Bu neyin açılımıdır?
Ermenileri fukaralıktan kurtarma operasyonu mu?
Vatandaş bir şeyi daha merak ediyor;“Türkiye ve Ermenistan arasında, gizli üst düzey telefon trafiği” yaşandı mı yaşanmadı mı?
Örneğin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bir kaç kez Sarkisyan ile görüştü mü görüşmedi mi? Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozi bile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü bu cesaretinden dolayı “tebrik” ettiğine göre!?
**
Haydi, İyimser Olalım!
”Protokolün yürürlüğe girmesinden 2 ay içinde ortak sınırın açılması” ifadesi şunu işaret ediyor; Türkiye - Ermenistan sınırı en geç yılbaşına dek açılmış olacaktır. Ticaret başlayacak, geliş-gidişler olacakmış, Ermeniler hayallerinde yaşatıp da dönmeyi düşledikleri ”Batı Ermenistan” topraklarına akın halinde gelip gezeceklerdir. Belki de farklı isimlerle, örneğin 1915 kriptoları adına, mülk de satın alabileceklerdir.
“İki halk arasında güven tesisi, mevcut sorunların tanımlanması ve tavsiyelerde bulunulması için tarihsel kaynak ve arşivlerin tarafsız bilimsel incelemesini içerecek diyalogun uygulamaya konulması” ifadesi ile ortak tarih komisyonun (yoruma bağlı, kimine göre de siyasi komisyon) “devletlerarası değil, hükümetler arası” kuruluyor olması yanlış temelli atılıyor demektir. Bu komisyonun en büyük eksikliği tarihçilerden değil politikacılardan oluşmasıdır.
”Mevcut ulaştırma, iletişim, enerji altyapısından en iyi şekilde istifade edilmesi, tedbirler alınması” ile nüfus hareketlerine imkân sağlayacaktır.
Acaba bir zamanlar nüfusun %95 Türk olan Erivan’da (İrevan), bugün tek Türk’ün dahi yaşayamadığına göre orada bir Türk kolonisi oluşturabilecek miyiz? Karşılıklı kara ve hava yollarının seferlere başlaması bu göç olayını güçlendirecekmiş!.
"İlgili kurumlar arası ilişkilerin desteklenmesi, uzman ve öğrenci değişimini teşvik etmek yoluyla bilim ve eğitim alanlarında işbirliği ve taraflara ait kültürel mirasın korunması, ortak kültürel projelerin başlatılması" ifadesi ile üniversiteler ve devlet kurumları arasında uzman ve öğrenci değişimine başlanacak, ortak bilim ve kültür komiteleri oluşturulabilecekmiş...
Burada hemen şunu hatırlatalım; Van İsyanı sırasında birçok masum insana mezar olan Van Gölü ve Akdamar Adası üzerindeki Kilise AKP hükümeti tarafından acele olarak onarıldı. Anadolu’daki diğer Ermeni tarihi eserleri de korunacakmış (sanki hiç korunmuyormuş). Karşılığında da Ermenistan’daki Türk tarihi eserleri (sanki Türk eseri kalmış da) özenle korunacakmış!
Türkiye ve Ermenistan arasında diplomatik temsilcilikler açılacak ve karşılıklı vize verilecekmiş.
Serbest ticaret anlaşmaları yapılacakmış.
Hükümetler arası Komisyon ve alt komisyonlar oluşturulacakmış.
Türkiye neler kazanır?
Eğer bu protokoller hayata geçerse ve Ermenistan taahhütlerine sadık ve bağlı kalırsa, bu ülke rijitlikten belli bir noktaya çekildi gibi algılanabilir, milli sınırlarına saygı gösterme taahhüdünde bulunacağı gibi görünüyor.
Uluslararası antlaşmalardan eğer kast edilen Birleşmiş Milletler Şartı, Helsinki Nihai Senedi, Yeni Avrupa İçin Paris Şartı ise bunların yükümlülüklerine uyacağını belirtilmekte...
Mevcut sınırın uluslararası hukukun ilgili antlaşmalarında tarif edildiği şekliyle kabul ettiği varsayımı var...
Erivan, 1920 Kars Anlaşmasını da tanıyacağını kabul ediyor mu, belli değil...
Ermenistan PKK’yı terörist olarak kabul edecekmiş!?
Ortak bir tarih komisyonu kurulmasını kabul ediyor gibi görüyor, fakat aslında bu tarih komisyonu değil, siyasi bir komisyon... Tarih, tarihçilere bırakılıyormuş gibi gösterilmiş fakat işin aslı öyle değil, bırakılmıyor...
Ermenistan da arşivlerini tarafsız bilimsel incelemelere açacağı taahhüdünde bulunuyor. Bu husus çok anlamlı değil zaten. Göçün vuku bulduğu, olayların olduğu topraklar Anadolu, Osmanlı Devletinin toprakları...
Ermenistan kendi arşivlerinde ne kadar Türk-Kürt Müslüman katlettiklerini mi yazılı olarak korudular?
Yaşadıkları devlete nasıl isyan ve ihanet ettiklerini mi yazdılar?
Dolayısıyla, Ermenistan arşivlerini açmış açmamış, çok anlamlı değil...
Erivan, soykırım iddialarını bırakacakmış.
Buna akıllılar değil, “divaneler” bile gülmez!
Ermenistan ne kazanır?
Ermenistan için hayat damarı demek olan Türk kara sınırı açılacak.
Karşılıklı işbirliği ile uluslararası veto karşılıklı olarak kaldırılacak.
Türkiye, Kars-Tiflis-Bakû demiryolu projesine Ermenistan’ı da alacak.
Türkiye, Ermenistan’ın doğalgaz, petrol ve su gibi dev projelere katılmasını engellemeyecekmiş. Ermenistan’a enerji aktaracak.
Tüm bunlara rağmen Ermenistan, gelinen sonuçtan memnun değildir. Onlara göre tüm bu olanların arkasında Türkiye’nin samimi olmadığı yönünde kanaat vardır. Ermenistan tarafı, Türkiye tarafından “oyunda tutulmak” ithamıyla itham edilerek hedeflerinden sapıldığını iddia etmektedirler.
İşte Ermenistan Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamanın dayandığı tema şöyle; Türkiye ile başlatılan yeni ilişkiler sürecinin amacı, sınırın en geç aralık ayında açılmasıdır. Ancak, bunun pek kolay olmayacağını da dile getirmektedir. Çünkü milliyetçi Taşnak Partisi’nin konuya bakışı farklı ve Türkiye’ye kuşku ile bakıyor. Örneğin “Armenia Today” ajansına demeç veren Taşnak sözcülerinden Kiro Manoyan şunları söylemiş: “Türkiye şimdiden uzatmaları oynatmaya başladı. 6 haftalık müzakere sürecinin ucunda somut hiçbir söz yok. Türkiye oyunbozan taraf olarak görünmemek için, zaman kazanmak için diplomatik istişare sürecinin başlamasına evet demiştir. Türkler topun ellerinde kalmasını istemiyorlar. 6 hafta sonunda anlaşmaya varılsa bile, protokollerin meclislerin onayına sunulması gerekiyor. Yapılacak oylamanın sonucunun ne olacağını şimdiden tahmin etmek çok zor. Kısaca bizi oyunda tutmaya çalışıyorlar.”
Sonuç ve yorum
İmzalanan söz konusu iki protokolde, Kars ve Moskova Antlaşmalarına atıf yapılmaksızın sadece uluslararası anlaşmalara dikkat çekilerek, ülkeler arasındaki sorunların çözüm yolunun "silah değil, diplomatik yollardan, bölgedeki üçüncü ülkelerin içişlerine karışmama, toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkelerine saygılı olunması” ifadeleri dikkat çekicidir. Bu ifadelerin hedefi Türkiye-Ermenistan ve Azerbaycan-Ermenistan arasındaki sorunlara yönelik olduğu gizlenmiyor. Özellikle Ermenistan tarafından işgal edilen Dağlık Karabağ problemin çözümünde silah yerine diploması öneriliyor ve üçüncü ülke olarak Türkiye’nin evreye girmesini ret ediyor. Peki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Azerbaycan’a verdiği taahhüt sözü nerede kaldı? Protokoldeki, "Bölgesel ve uluslararası uyuşmazlık ve çatışmaların uluslararası hukuku ve normlar temelinde barışçı şekilde çözümlenmesi” hususundaki taahhütlere dikkat çekildiğinden, Ermenistan’ın Karabağ’dan çekilmesi, işgale son vermesini gündeme getiriyormuş gibi algılanıyor.
İmzalanan diğer protokolde, yani diplomatik ilişkiler protokolünde, “Tarafların toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkelerine saygılı olacakları ve bu ilkelere saygı gösterilmesini sağlayacakları taahhüdü” ayrıca dikkate değer sayılmalıdır. Bu konudaki kararlılık diplomasi diliyle metinlere çok iyi aktarılmış gibi görünüyor, her türlü şüphe ve müpheme rağmen...
Sonuç olarak, iki ülke arasında imzalanan, bize göre sadece taahhütlerde mutabakat niteliğinde olan, hiçbir uygulama garantisi olmayan protokollerin hayata geçirilmesi çok kolay görünmüyor.
İki tarafı keskin pala gibi duran konularda, Türkiye ne kadar fedakârlık yapmak isterse istesin, karşı tarafın “yeterli” göreceği çok şüpheli. Protokollerin “anlam kazanması” için ancak, Ermenistan’ın milli hedefleri olan 4T’den (tanıma, tazminat, toprak, taahhüt) vazgeçmesi gerekir ki, bunu zaten peşin olarak “ret” ediyor. Aksi, kendini inkâr etmiş demek olacaktır.
O zaman koparılan bu yaygaranın anlamı nedir?
Cevabı vardır tabii ki...
Onu da, bu işe başta soyunan cumhurbaşkanları Gül ve Sarkisyan vermelidir.