DEĞERLİ OKUYUCULARIMIZ;
KEBANLI ÜNLÜ BİLİM İNSANI VE GAZETEMİZ KÖŞE YAZARI PROF. DR. RAMAZAN DEMİR İLE YAPILAN BİR RÖPÜRTAJI SERİ HALİNDE GAZETEMİZDE YAYINLAYARAK, HALKIMIZA BU ÜNLÜ BİLİM ADAMIMIZI TANITMAK İSTEDİK. RÖPÜRTAJI YAPAN PROF. DR. ÇİLER ÇELİK-ÖZENCİ... GAZETEMİZDE YAYINLANMASINA İZİN VERDİKLERİ İÇİN RAMAZAN DEMİR HOCAMIZA TEŞEKKÜRLER EDİYORUZ.
Dr. ÖZENCİ: Hocam, hoş geldiniz. Derneğimiz (Türk Histoloji ve Embriyoloji Derneği) için hazırladığımız "Bülten" kapsamında yer almak üzere "Emekli" olan hocalarımızla görüşmeler yapıp, röportajlar derleyip üyelerimize sunmayı planladık. Bültenin ilk sayısında, ilk röportajın da sizden benim almamı istedi Dernek Yönetim Kurulu. Histoloji ve Embriyoloji Ailesinin Duayeni olarak bir yıl önce kurduğunuz Anabilim Dalımızdan (sizin tabirinizle Kürsüden) EMEKTAR HOCA olarak ayrıldınız. Emekli olalı tam bir yıl oldu ve "sene-i devriyesinde" kurucusu olduğunuz Anabilim Dalımızda yetiştirdiğiniz akademisyenlerin arasındasınız. Sizi aramızda görmek bize güç veriyor, mutlu ediyor. Sizin sesiniz bize moral oluyor, arada da olsa bizi ihmal etmeyiniz lütfen. Şimdi, müsaadenizle, konuyu açalım.
***
Dr. ÖZENCİ: Hocam, biz tabii ki sizi biliyor ve tanıyoruz, ancak genç kuşak sizi çok tanımıyor. Her ne kadar yazdığınız medikal ve paramedikal kitaplarınızdan, bilimsel ürünlerinizden kısmen biliyorlarsa da, pek çok yönünüzü bilmiyor, tanımıyorlar. Tanımaları için kendinizi tanıtır mısınız? Mesela "Prof. Dr. Ramazan Demir Kimdir?" diye bir soru sorulsa...
R. DEMİR HOCA: Sevgili Çiler, öncelikle teşekkür ediyorum bu davetin için. Derneğimizin böyle yararlı bir bülten çıkarma girişiminde bulunması takdire değer bir faaliyet. Bu vesile ile Dernek Yönetimini de kutluyorum.
Aslında, tanıtmak amacıyla kendimi anlatmayı seven bir insan değilim. Fakat, bilirsin, akademik hayatta zorunlu olarak, kısa CV hazırlanır. Tabii ki burada CV vermeyeceğim, NET ortamında hakkımda çok bilgi var... Onlarla ilgili soruların olursa konuya girerim. Bülten için burada söyleyeceğim şeyler çok özgün ve özel ifadeler, kim olduğum hakkında kısa bir bilgi ile yetineceğim.
Elazığ'ın Keban Kazasına bağlı, 2600m rakımda, Gökbelen köyünde, yolu, yolağı, ışığı, okulu olmayan bir dağ köyünde, fakir çiftçi bir ailenin, ümmi bir anne ve babanın 7. çocuğu olarak, çile çekmek üzere fani dünyaya gelmişim... Doğum tarihim her ne kadar nüfus kayıtta 8 Nisan yazılıysa da aslında farklıdır; Zarif Anamın ifadesine göre yaz sonu sonbahar başlangıcı bir tarih olmalı...
619 yıl yaşamış olan Osmanlı İmparatorluğunun, sadece vergi ve asker almak için tasildar ve jandarmayla uğradığı köyüme, bugünkü varlığımı borçlu olduğum Türkiye Cumhuriyetin 1953 yılında açmış olduğu ilk okul (mektep) sayesinde okur-yazar olmuşum. Sınavlardan sonra devletin yatılı bursuyla orta öğrenimimi yapmış, üniversite öğrenimi görmüş ve akademisyen olmuş köyümün ilk mektebinin (ilk okulunun) yine ilk ve tek bireyiyim.
Hekim-doçent olan iki kız evladım (Ayşe Yasemin ve Göksemin), beş torunum (Timur, Berk, Damla, Cem ve Yasemin); hayat arkadaşım, yoldaşım, eşim öğretmen Remziye Hanım... Ve bu çekirdek ailenin emektar hocası bendeniz...
***
Dr.ÖZENCİ: Hocam, bu kısa ifadeleriniz beni de çok duygulandırdı, kim bilir daha ne tür zorluklarla hayata başlamışsınızdır. Onları ayrıca okumak gerek. Yanılmıyorsam, "Işığı Arayan Genç" kitabınız yaşamımızla ilgili bir anı roman. Devlete 45 yıl hizmet etmişsiniz. Bunun 40 yılı akademisyenlikte geçmiş. Töreninizde sunuyu hazırlayıp sunmuştum. Akademik hayatınıza temel olan düşünceyi özetler mısınız?
R. DEMİR HOCA: Biraz espri kabul ederek, şu ifadeyi kullanıyorum; "Devletin 45 yıllık nikâhlı memuru" olarak hizmet verdim. Bu sürenin akademik hayat kısmı 40 yılı aşkındır. Bildiğin gibi geçen yıl "yaş haddinden" aktif çalışma hayattan ayrıldım. Bu 40 yıllık akademik hayatımı değerlendirdiğimde, şunu görüyorum; beyinsel ürünler üreten eğitimci, bilimi hayat biçimi olarak seçen bir bilim insanı olarak kendimi bir yere koyuyorum. Bu değerlendirmeyi yaparken sadece olumlu gözlükle değil aynı zamanda öz eleştirel de bakarak yapıyorum... Bu zaman diliminde doğrularım kadar yanlışlarım da olmuştur. Başarılarım kadar başarısızlıklarım da olmuştur mutlaka. Bu, insan olmanın doğal sonucu.
Değerlendirmeyi yaptığımda şu sonuçlara varıyor ve bu sonuçları özümlemiş, benliğime nüfuz etmiş olarak görüyor ve hissediyorum. Şöyle ki; mutluyum ve huzur içindeyim ki; Türkiye Cumhuriyeti Devletine bu 45 yıllık hizmetin 40 yılını akademik düzeyde dolu-dolu yaşayarak geçirmişim... Bir akademisyen, bilim insan olarak çok zorluklar, yokluklar, çileler yaşadığımı biliyorum... Ama bu zorlukların, engellerin hiç biri; Vatanıma, Bayrağıma sadakatten, Türk Milletine hizmetten, cumhuriyetin kazanımlarına, bugün içinde bulunduğum düzeyin, kısaca varlığımı borçlu olduğum Mustafa Kemal Atatürk'ün ilkelerden taviz vermeme sebep olmadı, bahane yapmadım.
Ata'mın ifadesiyle "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir" ilkesiyle aklın önderliğinde, evrensel bilimin gücüne inandım, bu uğurda çalıştım, ürettim binlerce aydınlık beyinli insan (hekim) ve onlarca bilim insanı akademisyen yetiştirdim... Bu akademisyenlerden biri de bu Kürsünün "yüz akı" sizsiniz...
***
Dr. ÖZENCİ: Akademik hayatınız boyunca uyduğunuz ve uyguladığınız ilkeleriniz ve başarınızın temelleri nelerdir?
R. DEMİR HOCA: Tüm hayatım boyunca; emeğimin, alın terimin, aklımın ürünü olmayan hiçbir istekte ve teklifte bulunmadım; teklif edileni de almadım, kabul etmedim...
Yanlışı örnek almadım, olmamak için çalıştım. En azından iyi bir örnek olmak için çok gayret ettim. Çalışmak, başarmak için bahane üretmedim. Mevcuttan en iyisini, görevimi, işimi en iyi şekilde yapmaya çalıştım, gelişmeye ve değişime hep açık oldum. Hedefi daima büyük seçtim. Eğer akademisyenlik yolunda, bilim kulvarında boğulacaksam ırmaklarda değil, denizlerde, okyanuslarda boğulmayı yeğledim. Çalışmayı ibadet saydım... Görevi namusum ötesi bir anlayışla yaptım...
Bilimde ve akademik hayatta bu temel ilkeleri olabildiğince sınıfta öğrencilerime, bu Kürsüde sizlere ve gençlere, çevremde topluma vermeye çalıştım, biliyorsunuz. Bunların bir kısmı da bu Kürsünün koridorun duvarlarında spot cümleler, veciz deyişler halinde yazılıdır. Gençler okuyup düşünsünler diye...
***
Dr. ÖZENCİ: Hocam, akademik hayatınızdaki başarılarınıza temel olan ilkeleriniz bize hep rehberdir, gençlere de rehber olacaktır. Mesela bu ilkeler ve onlara uyma ve uygulama bağlamında bir "Akademik İlkeler Beyanı" yapmanız mümkün mü, bunları spot cümleler halinde, ana başlıklar olarak verebilir misiniz?.
R. DEMİR HOCA: Pek tabii...
Bunları, özellikle Histoloji ve Embriyoloji Ailesinin genç akademisyenleri için yararlı olacağına inanıyorum. Bireysel temelde ifade etmeliyim, devamla herkes kendine adapte edebilir.
Bunları şöyle özetleyebilirim;
-İdeallerimden, ilkelerimden taviz vermediğimi;
-Yaşamın hiçbir bölümünde menfaat hesabı yapmadığımı;
-İkbal için, çıkar için kimsenin elini, eteğini öpmediğimi;
-Biat kültürü ile yetişip Cumhuriyet aleyhine olan hiçbir zararlı eylem içinde olmadığımı, aksine hep karşı mücadele ettiğimi;
-Bilimi çağdaşlaşmanın, bilgi toplumu olmanın tek aracı, güç kaynağı olarak gördüğümü;
-Türk Milletinin özünde var olan manevi hasletlerin gereği olarak kabul etmeyeceği, benimsemeyeceği insani ve ahlaki değerlerle inancın istismarını yapmadığımı; vatandaşlarımın halis manevi duygularını, tertemiz ülkülerini basamak yaparak ikbale ulaşmayı, mevki ve menfaat sağlamayı asla düşünmediğimi;
-Ülkemin refahı, huzuru ve çağdaş uygarlık düzeyin üzerine çıkması için büyük bir azim ve gayretle, 40 yıl boyunca günde en az 14 saat çalıştığımı, ürettiğimi, eğittiğimi;
-Cumhuriyete ve onun kazanımlarına, bir cumhuriyet çocuğu olarak, bir cumhuriyet aydını olarak sonuna kadar bağlı kaldığımı;
-İnandığım ülkü uğruna Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milletinin aleyhine olabilecek bir ilişki ve eylem içinde bulunmadığımı; emperyalist baroların piyonu olan her türlü politik görüşün, eylemin ve kukla figüranların karşısında açık ve net tavır alarak fikir beyan ettiğimi;
-Akıl, izan ve vicdan temelli insan sevgisiyle vatanımın insanına hizmeti bir ibadet kadar kutsal saydığımı;
-Bulunduğum akademik düzeyin, Yaratanın yardımından sonra, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ve silah arkadaşlarının sayesinde kurulan bağımsız bir ülkede, al bayrağın gölgesinde yaşamamı sağlamış olduğunu bilip O'na borçlu olduğumu gördüm, anladım, onayladım... Akademisyenler başta olmak üzere her Türk aydınının, vatandaşın bu ilkelere bağlı kalmasını arzu ve temenni ederim.
***
Dr. ÖZENCİ: Peki Hocam, bu ilkelere uyma ve uygulamanın bir sonucu da oldu tabii ki... Bu bir emek-yoğun, düşünce-yoğun ve ilke-bağımlı yoğun bir süreç. Bu sürecin sonunda neler çıktı ortaya? Biliyorum çok şey yaptınız. Bizlere örnek olması için lütfen özetler mısınız?
R. DEMİR HOCA: Evet, bu sorunun yanıtı hayli uzun, ama çok kısaca özetleyebilirim. Daha fazlasını internetten öğrenilebilir (www.r-demir.com)
Hep düşünmüşümdür; 'bu 40 yıllık akademik hayatımın sonunda gözle görülen, elle tutulan neler var' diye aklımdan geçirdiğim çok olmuştur.
Somut ve soyut nitelikte şunları sıralayabilirim:
*Uluslar arası tanınan ve ünlenen örnek bir Anabilm Dalı (Kürsü) kurmuşum...
*Evrensel düzeyde akademik ve bilimsel yetilerini ispat etmiş, Ülkemin ve Dünyanın her yerinde görev üstlenebilecek donanıma sahip, aranan, görevde olan, bilimsel proje ve yayınlarla ismi anılan "onlarca" bilim insanı, akademisyenin yetişmesine katkı yapmış ve öncülük etmişim...
*Binlerce genç hekimin yetişmesine çağdaş tıp eğitimi ve öğretimi temelinde katkı yapmışım...
*Önce Fakültemin sonra Üniversitemin kuruluşunda ve gelişmesinde idari kademelerde ilkeli ve etkin görev yaparak katkı yapmışım...
*Mesleki -tıp- 8 (sekiz) kitap, 15 (on beş) para-medikal kitap (kültür, araştırma ve sosyal konularda) olmak üzere toplamda 23 eserin sahibi; medikal kitaplarda yazar ve editör, para-medikal kitapların müellifi olmuşum...
*Ulusal, milli hassasiyetler ve güncel konularda binlerce sayfayı bulan makaleleri haftalık ve aylık dergilerde, günlük ulusal gazetelerde, internet gazetelerinde ve iletişim aracı sosyal medyada yayınlayarak düşünen ve üreten bilim insanı sorumluluğumu yerine getirmişim...
*Akademik hayatımın bilimsel ürün yansıması olarak; ulusal ve uluslararası düzeyde toplam 475 bilimsel yayınla (H-faktörü:22) Türk Bilim hayatına katkı yapmışım...
*Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Sağlık Bilimleri alanında ders kitapları "Kitap Birinciliği ve Üçüncülüğü" ödüllerini almışım...
*"Üniversite BİLİM ödülü" ve "Üniversite Hizmet ödülü" almış olmakla "iyi" bir örnek olma huzurunu yaşamışım...
Bunlarla dolu-dolu geçmiş bir akademik hayat yaşadığımı düşünüyorum...
Bunları düşündükçe görevimi iyi yaptığım için çok huzurluyum...
***
Dr ÖZENCİ: Hocam; merak ediyorum, "akademisyen" denilince aklınızdan geçen ilk cümleler...
R. DEMİR HOCA: Bilimin evrensel gücüne ve üstünlüğüne inanan, akıl ve bilimi rehber edinen, evrenin tüm sorunlarının bilim ve akılla çözülebileceğini düşünen, bilimin statik değil dinamik bir süreç olduğunu kabullenen ve ona göre kıyas ve sentez yapıp analitik düşünebilen insan tipi... Akademik ilkeleri ve evrensel bilim ölçütlerini beyniyle özümlemiş, yüreğiyle kişiliğine yansıtmış akademik bir duruş sergileyen örnek bilim insanı...Yaptığı işin kutsallığı kadar etik, objektif ve gerçekçi olmasına özen gösteren, bilimi bir yaşam biçimi seçen insan...
***
Dr. ÖZENCİ: Bilim toplumu, bilim kültürü denildiğinde ne anlamalıyız; Türk toplumu bilim toplumu mudur? Bu konuda görüşlerinizi lütfeder mısınız?
R. DEMİR HOCA: Evet, isterseniz konuya bilim kültürü ile başlayalım. Zira bilim kültürü oluşmadan bilim toplumu oluşamaz, gelişemez. Bilim ve kültür, iki ayrı kavramı gibi görünse de bazı özellikleriyle son derece uyumlu içerikler taşırlar. Kültür statik olan bir olgu değildir, değişimci ve gelişimcidir, yani dinamiktir. Değişkenliği dinamizminden gelir. Tıpkı Bilim gibi… Bilimin de en önemli özelliği statik değil dinamik olmasıdır. Dolayısıyla kültür ile ilgili tanımlarda bilim, kültürün bir öğesi olarak ortaya çıkması kaçınılmaz olmaktadır.
Sonuçta şunu söyleyebiliriz; kültür de, bilim de sürekli bir gelişim ve değişim içinde olan dinamik olgulardır. Bu iki değer birbirine uyum sağladığı müddetçe “bilim kültürü” oluşur…
Bunun bilim toplumu ile ilişkisi ise, “insan” faktörüyle ilgilidir.
Çünkü insan denildiğinde; akla gelen ilk husus kültürdür. Zira insan bir kültür varlığıdır. Kültürü yaratan insandır, onu hayvanlardan ayıran en önemli özelliği kültürlü olmasıdır. Söz gelimi; “kültürlü insan” denildiğinde, o bireyin ne derecede medeni olduğunu, çağdaş fikirli olduğunu, medeniyetin çağdaş boyutunda ne kadar yararlandığını de ifade etmiş olur. Medeniyet, bilimsel verilerle geliştiğini düşündüğümüzde, kültür ile medeniyet arasında bir uyum, bir paralellik olduğunu görürüz. Çünkü medeniyet, bilimsel düşüncenin ürünü objelerle gelişir.
Sonuç olarak medeniyet ile kültür iç içe uyum sağlayabilen iki değerdir fakat bağımsız değillerdir. Biri diğerinin, diğeri birinin içindedir. Çağdaş medeniyet kavramlaşıp bireysel beyinlere kültür olarak yerleştiği oranda, bu insanların oluşturduğu toplum da bilim kültürüyle kazanım sağlar ve bilim toplumu oluşur...
Türk toplumunda bilim kültürü, dolayısıyla bilim toplumu olmuş mu?
Bu soruya "evet" demeyi ne kadar çok isterdim...
***
Dr. ÖZENCİ: Hocam, biliyorsunuz Türkiye'nin hemen her ilinde "üniversite" tabelaları var. Bilim denilince hemen akla gelen, "üniversite" ve "akademiya"... Ülkemizde bilim, bilgi üretiliyor mu sizce? Üniversitelerimiz bu bağlamda evrensel standartları yakaladı mı?
R. DEMİR HOCA: Sevgili Çiler, öyle bir soru sordun ki saatlerce konuşsak bitmez... Şu kadarını ifade etmeliyim ki Türkiye'de bilim ve bilgi üretme hedeflerine yönelik bir devlet politikası maalesef yok... Olmayınca da, iş tamamen bireyselliğe dönüşüyor. Yani ülkemizde çok az da olsa filizlenen bilim ve bilgi üretimi, bireysel gayretlerin zorlamasıyla olmaktadır. Bu da çok sınırlı ve çoğu zaman da kaynağında engellenmektedir!..
Üniversite; anlamı ve görevi isminde saklı olan kurum...
Her türlü bilgi ve düşüncenin konuşulup tartışıldığı, evrensel bilim kriterlerinin geçerli olduğu, akıl ve bilimin egemen olduğu bir anlayış ve yaklaşımla yönetildiği, her türlü günlük politikadan uzak olan bir kurum...
Üniversallığı, evrenselliği dokunulmaz kimlik olan kurum...
Bu özelliklerde üniversitemiz var mı, ya da olanlar da kaldı mı!!!
Bu konuyu yaklaşık sekiz yüz sayfalık bir kitapta "Üniversitenin Bugünü ve Yarını" irdeledim. Bugün, maalesef, üniversitelerimizin geldiği durum, konum, yönetsel olarak taşıdıkları anlayış, temsile zorlanan zihniyet, üniversiteleri geriye götürmüş, evrensellik kimliğinden uzaklaştırılmış, yöresellik egemen hale getirilmiş...
Kısaca, 15 yıl öncekinin gerisine düşürülmüştür. Bunun ana sebebi siyasi erkin bilime, özgür düşünceye, bilimsel düşüncenin oluş ortamına, dolayısıyla üniversitelere, akademisyenlere bakışındaki çarpık zihniyettir. Çünkü başta üniversite yönetimleri ve toplum süratle örgütlü cehaletin yörüngesine giriyor... Üniversitelerin ve akademisyenlerin mutlaka bu yörüngeden çıkıp evrensel bilimin gereğini yapmalıdırlar...
***
Dr. ÖZENCİ: Histoloji ve Embriyoloji Ailesi hakkında düşünceleriniz nelerdir?
R. DEMİR HOCA: Tüm akademik hayatım boyunca bu güzel ailenin, Histoloji ve Embriyoloji Ailesi, gelişmesi için, evrensel standartlarda bilimsel olarak çok aşamalar kat etmesi için, bilimsel ürünlerin temeli olan araştırma eğitiminin alınması ve verilmesi için, alanında söz sahibi olan gençlerin yetişmesi için çok gayret sarf ettiğimi söylememe izin verin.
Yazdığım kitapların bir kısmını da Histoloji ve Embriyoloji Ailesine armağan ve adamışlığım, bu düşüncemin somut bir sonucu... Sizler yetiştiniz... Ümidim devam ediyor sizlerle...
Şunu unutmamak gerek ki; binayı yapan insandır, bina insanı yapmaz...
Binanız laboratuarlarınız, odalarınız çok lüks olmayabilir, onları değerli kılan içindeki üretken beyinlerdir. Lüks binalarda, son model aletlerin varlığı, bilim üretmeye yetmez. Asgari şartlardan sonra insan faktörü esastır bilim yapmak için...
Bu ailenin her yaştaki gençlerinden bir ricam var; yanlışı emsal (örnek) almamaları...
***
Dr. ÖZENCİ: Uluslararası deneyimlerinizin olduğunu biliyorum. Bizleri o yola yönlendiren, teşvik eden, destekleyen sizsiniz. Bu konudaki deneyimleriniz hakkında bilgi verir misiniz?
R. DEMİR HOCA: Evet, yurtdışı deneyim bir bilim insanı için "olmazsa olmazlardandır" diye düşünürüm. Asistanlığınızdan itibaren sizlerin sahip olduğunuz gibi ne rehber bir idarecim vardı, ne bugünkü gibi burs imkanları, iletişim ağları...
Asistanlığımdan beri hep yeni teknikler öğrenmek için yurtdışı imkanları, yolları aradım. Ancak doçentlikten sonra DAAD ve NATO burslarını kazanarak yurtdışında projelere dayalı çalışmalar yapabildim. Alman Hükümetinin desteği çok yararlı oldu, Aachen grubuyla tam altı proje yürüttüm. NATO burslarından yararlandım.
Sonra sizler geldiniz, "dörtler" dediğim siz gençler (Çiler Çelik, Emin Türkay Korgun, Ümit Ali Kayışlı, Gökhan Akkoyunlu) hepinizi yurtdışına yönlendirdim, gittiniz projeler yaptınız, deneyim kazandınız ve artık projelerin yürütücüsü sizlersiniz.
Şu anda Kürsümüzün kıdemli hocaları olan İsmail ve Necdet'i de yıllar sonra yurtdışına gitmeleri için teşvik edip destekledim. Gittiler ve deneyim kazandılar.
Biliyorsun, Kürsümüz elemanları tarafından sekiz ayrı ülkede onlarca ortak proje yürütüldü, halen de devam ettiğini sanıyorum.
Bu Kürsü, Akdeniz Histoloji, çok farklı bir yerdedir bu konuda, dünya tanıyor ve bilimsel yetkinliğine saygı duyuyor... Bunu başarmanın huzurunu duyuyorum. Sizler daha ileri aşamalara çıkaracaksınız. Sizlere güveniyorum...
***
Dr. ÖZENCİ: Hocam, biliyorsunuz şu an geçerli olan doçentlik sınavı ve profesörlüğe yükseltilme süreci 2547 sayılı YÖK sistemine göre yapılıyor. Sizin döneminizde nasıl bir sistem vardı ve girdiğiniz doçentlik ve profesörlük sınavları nasıl bir yöntemdi? Onlar hakkında bilgi verir misiniz?
R. DEMİR HOCA: Elbette... Benim ve öncekilerin tabi olduğu yasa hükümleri, 1750 sayılı Üniversiteler yasa hükümleri idi.
Nasıl oluyordu?
Önce PhD için bir rehberiniz olurdu, kendi üniversitenizde yoksa bir başka üniversiteden seçilirdi... Örneğin benim yöneticim İstanbul Tıp Fakültesinden Prof. Dr. Türkan Erbengi idi... Rahmetle anıyorum. Benim "bilim anam" olarak nitelediğim eşsiz bir insandı...
O zamanlar Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesinde asistandım. En az dört, bazen altı-sekiz yıl süren bir "akademik yontulma" dan geçerdiniz. Bendeniz 4 yılın sonunda, çok özgün fedakarlıklarla (dört yarı yılı aileden uzak geçirerek) ancak bitirebildim... Öyle kredili ders alma sistemi yoktu. İşin alfabesinden başlayıp sonuna kadar her türlü teknik işleri, yöntemleri öğrenmek, başarmak zorundaydınız. Başarınız, pratiğe uygulayıp ortaya koyduğunuz ürünle ölçülürdü... Öylesine zorlarla baş ederdiniz ki PhD tezin kabulü ve sınavının sonunda tam anlamıyla "pişmiş" olurdunuz.
Doçentlik aşaması tamamen bireysel bir gayret idi...
Önce yabancı dil sınavından geçmelisiniz. Tamamen tercümeye dayalı bir sınavdı. Yaklaşık 250-300 kelimelik bir İngilizce metni Türkçeye ve yine o nispette Türkçe bir metni İngilizceye (yabancı diliniz değişken olabilir) çeviri yapılır. Olumlu sonuca göre sonraki aşamalara geçilirdi.
Dil sınavından başarılı olununca, bir hipoteze dayalı "doçentlik tezi" hazırlanır, baş vurulur, beş kişiden oluşan bir jüri kurulur. Teziniz önce bu jüri üyelerine gider, incelenir, karar verilir, "ret" ya da "evet" denilir. Ret ise yeni bir hipotezle yeni bir tez hazırlamak zorunluluğu vardır... Evet ise, sözlü sınav günü belli olur... En zor aşamasıdır sınavın... Eğer başarılı olmuşsanız, bu kez "deneme dersi" için tarih belli olur.
Son aşama olan deneme dersi; bir sınıfta, herkese açık bir konuyu öğrenciye ders anlatırcasına anlatırsınız, her hareketiniz, kullandığınız dil, terminoloji, sınıfa hakimiyetiniz, tahtayı kullanma marifetiniz, öğrenciyle kurduğunuz göz kontaklarınıza varıncaya kadar her şey, her haliniz değerlendirilir. Ve dersi zamanında bitirip sonuca bağlamanız da şarttır.
Süresi 45 dakika olan deneme dersin sonunda jüri kararını verir. "Üniversite Doçenti" unvanını hak kazandığınıza dair jüri başkanı beyanda bulunur, akademik ve bilimi temsil eden cüppesini çıkarır taze doçente giydirdiği andan itibaren sınavı geçmiş sayılırsınız.
Yazışma işlemleri idarece yürütülür.
Profesörlük aşaması da yaklaşık doçentlikle aynı aşamaları kapsardı. Önce ikinci bir yabancı dilden yine tercüme sınavını verirsiniz, ardından bir "profesörlük takdim tezi" hazırlayıp sunarsınız. Yine Jüri sizin hakkınızda karar verir. Profesörlük aşaması, ikinci yabancı dil dışında çok zorluklar içermez.
***
Dr. ÖZENCİ: Emektar Hocamız olarak, şu anda "emeklilik" hayatınız nasıl geçiyor, neler yapıyorsunuz?
R. DEMİR HOCA: Zaman darlığı çekiyorum... Açıkçası zaman yetmiyor, mümkün olsa da 24 saati 25 saate çıkarabilsem günü... Biliyorsun, benim bilimsel akademik yanımın dışında paramedikal konularda kitap yazarlığım da var... Şu aralar 15. kitabımı tamamlamak üzereyim. Baskıda olanlar var, yeniden basılanlar var... İki ayrı internet gazetesinde köşe yazarıyım (http://www.bizimantalya.com ve http://www.antalyabugun.com).
Ayrıca kişisel web sayfamda (www.r-demir.com) ve surat defterinde (facebook) farklı sosyal ve milli hassasiyet konularda yazıyorum. Aylık dergiler ve haftalık mahalli gazete de var... Evdeki çalışma ofisimde yapılacak, yazılacak, okunacak o kadar çok şey var ki...
Ve fırsat buldukça kültür ve inceleme amaçlı seyahatlerim oluyor...
Anlaşılacağı üzere emektar hoca olarak yine aktifim, okuyorum ve yazıyorum...
Özellikle Cumhuriyetimizin kazanımları ve Gazi Paşa'nın bıraktığı miras konularında çok fazla hassasiyetlerim var...
***
Dr. ÖZENCİ: Son olarak hayattan ve yetiştirdiklerinizden beklentiniz nedir?
R. DEMİR HOCA: Milletime ve devletime hizmet ettim, görevimi yaptım. Devletten hiç bir beklentim yok... Ama vefasızlık üzücüdür... Ölürken yaşamak isterim eserlerimle...
***
Dr. ÖZENCİ: Hocam çok teşekkür ediyorum. Çok yararlı bir konuşma oldu. Bültenimiz yayınlanınca tüm Histoloji ve Embriyoloji Ailesi haberdar olacak, okunacak ve bu örnek akademik hayattan örnek alınacaktır, buna inanıyorum. Zaman ayırdınız, geldiniz, bu konuşmayı birlikte yapmanın keyfini yaşadık.
R. DEMİR HOCA: Ben de teşekkür ederim. Önemli olan yararlı bir iş yapabilmektir. Umarım ki konuşulanlar yayınlanır ve Histoloji ve Embriyoloji Ailesinin genç akademisyenlerine bir mesaj olur. Ayrıca, böyle yararlı bir faaliyete kurucusu olduğum Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalından; genç bir akademisyenin, sizin, öncülük yapması ve ilk röportajı benimle gerçekleştirmesi beni ayrıca mutlu etti. Derneğin faaliyetlerinde başarılar diliyorum. Tüm Histoloji ve Embriyoloji Ailesine selam ve sevgilerimi sunuyorum.
***
TEŞEKKÜR: Dr. Özenci aracılığıyla tarafıma yapılan bu güzel ve anlamlı söyleşiyi okuyucusuna duyurmayı sağlayan Keban Gazetesi yazı işleri müdürü ve sahibi sevgili Pirhasan Doğan'a teşekkürler ediyorum. Umarım ki bu söyleşi, Kebanlı hemşehirlilerime ve özellikle Kebanlı gençlere iyi bir örnek oluşturmuştur. (R. Demir; 09.6.15)